CGTN / Andrew Korybko
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, Fiji’de düzenlenecek ikinci Çin-Pasifik Adaları Ülkeleri Dışişleri Bakanları Toplantısı’na katılmak üzere bir hafta sürecek ziyareti kapsamında dün Pasifik Adaları ülkeleri Solomon Adaları, Kiribati, Samoa, Fiji, Tonga, Vanuatu, Papua Yeni Gine ve Timor-Leste’ye gitmek için yola çıktı. Wang, aynı zamanda Mikronezya Federal Devletleri’nden üst düzey yetkililerle sanal olarak görüşecek ve Cook Adaları ile Niue’den temsilcilerle görüşmeler yapacak.
Bu seyahat, Çin’in bu ülkelerle olan ilişkilerinde yeni bir dönüm noktasını temsil ediyor. Bu ülkelerin hepsi iklim değişikliklerinin sonuçlarıyla, ekonomilerini geliştirmekle ve stratejik özerkliklerini Amerika Birleşik Devletleri (ABD) liderliğindeki Batı’nın egemenliğinden korumakla mücadele ediyor. Tarihsel olarak, AUKUS üyeleri Avustralya ve ABD’nin sözde “etki alanı” içinde olduğu düşünülen bu Pasifik Adaları ülkeleri son zamanlarda ortaklarını çeşitlendirmeye başladılar. Avustralya ve ABD halen bu ülkelerle yakın olmaya devam etse bile, bu sekiz ada ülkesi yakın zamanda Çin ile proaktif olarak gelişen ilişkilerinin özünde olan karşılıklı çıkarların farkına vardılar. Çin, bu ada ülkelerinin talepleri doğrultusunda her halükarda gelişmelerine yardımcı olma sorumluluğuna sahiptir. Bu Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping’in 2019 yılında Papua Yeni Gine liderine “etki alanları” ile ilgili olmadığını söylediği Kuşak ve Yol İnisiyatifi yoluyla niçin iş birliği yaptıklarını açıklıyor.
ÇİN’İN PRAGMATİK POLİTİKASI KABUL GÖRÜYOR
Çin Cumhurbaşkanı Xi’nin bu resmi açıklamasına rağmen, Amerika ve Avustralya, Çin’in, Pasifik Adaları ülkeleri ile yakın ilişki kurmasında art niyetleri olduğunu iddia ediyor. Bu iki ülkenin şüpheciliği hiçbir anlam ifade etmiyor, çünkü Çin’in Covid-19 salgınını yenmesinde, ortak acil bir tedarik stoku oluşturmasında ve iklim değişikliğiyle mücadele etmesinde bölgesel ortaklarına yardım etmesinde yanlış bir şey yoktur. Doğruyu söylemek gerekirse, Amerika ve Avustralya’nın gerçekten bu ülkeleri önemsiyorsa bu ülkelere zaten yardım etmiş olmaları gerekiyordu.
Açıkçası ABD ve Avustralya onlarca yıldır Pasifik Adaları ülkelerini ihmal ettikleri için bu ülkelerin liderleri stratejik özerkliklerini elde etmek için Çin ile proaktif ilişkiye girerek tarihi bağımlılıklarından kurtulmaya karar verdiler. Bu ada ülkelerinin halklarına somut faydalar sağlama niyetindeki Çin’in pragmatik politikası bu yüzden bu ülkeler arasında son derece kabul görmektedir. Bunun aksine, uzun süredir ABD ile Avustralya tarafından istismar ve ihmal edildikten sonra çok az kimse bu iki ülkeye güvenir.
Bu, Solomon Adaları’nın yakın zamanda niçin Çin ile hassas bir güvenlik anlaşması imzaladığını da açıklıyor. ABD liderliğindeki Batılı ana akım medyasının yalan haberlerindeki iddiaların aksine, bu anlaşma herhangi bir askeri üs kurulmasıyla ilgili değildir, bunun yerine geçen yılki ayaklanmalardan sonra iç güvenliğin sürdürülmesine ve korsanlık gibi alışılmadık tehditlerle mücadeleye odaklanmaktadır. Solomon Adaları gibi bütün egemen ülkeler, Avustralya ve Avrupa Birliği (AB) ne söylerse söylesin akranlarıyla iş birliği için uluslararası yasal haklara sahiptir.
ÇİN KÜRESEL SİSTEMİK DÖNÜŞÜME ÖNCÜLÜK EDİYOR
Gerçek kurala dayalı düzen Birleşmiş Milletler (BM) Sözleşmesi’nde kabul edilmektedir ve onların hassas güvenlik iş birliğini meşrulaştırmaktadır. Çin, bu ayın başında Avustralya’ya Pasifik Adaları ülkelerinin güvenliğinde gerçekten doğrudan paydaş olduğunu hatırlattı. Bu daha önce açıklandığı gibi, bölgedeki devletlerle eşit ortaklık içinde geliştirdiği kapsamlı çıkarlar göz önüne alındığında doğaldır. Canberra ve Washington, bu ülkelerin onların “etki alanlarının” parçası olduğunu iddia etmeye devam edemez.
Dışişleri Bakanı Wang'ın Pasifik Adaları seyahati bu yüzden, bölgede yeni birçok kutuplu dönemin şafağını sembolize ettiği için Fiji’de sadece ikinci Çin-Pasifik Adaları Ülkeleri Dışişleri Bakanları Toplantısı’na ev sahipliği yapmaktan çok daha fazlası anlamına gelmektedir. ABD’nin son yirmi yılda gerileyen tek kutuplu egemenliği, Washington ve Canberra’nın her zaman “kendilerinin” olarak kanıksadığı bölgeler dâhil olmak üzere çok kutupluluğa doğru devam eden küresel sistemik dönüşümü hızlandıran tersine çevrilemez bir süreci serbest bıraktı.
Burada özel olan durum, bunun geçmişteki birkaç küresel sistemik dönüşüm sırasında olanın aksine barışçıl şekilde gelişmesidir. Çin, ABD liderliğindeki Batı’nın yaklaşık beş yüz yıl boyunca yaptığı gibi asla tek bir el ateş etmedi, bir sömürge kurmadı ve ekonomik olarak hiç kimseyi sömürmedi, ancak sadece her zaman hak ettikleri şekilde Pasifik Adaları ülkeleri ve halklarına saygılı davrandı. Bu, Çin’in tamamen yeni bir uluslararası ilişkiler yaklaşımına başarıyla öncülük ettiğini gösteriyor. Çin, Batı’nın yaptığı gibi diğerleriyle etki, güç ve kârlar konusunda rekabet etmek yerine, özellikle karşılıklı fayda sağlayan ortaklıklara odaklanıyor, eşit uluslararası akranlarına saygılı davranıyor ve onlarla olan tüm ilişkilerinde uluslararası hukuka sıkı biçimde bağlı kalıyor. Çin yavaş, ancak emin adımlarla ve bölge bölge, çok kutupluluğa doğru küresel sistemik dönüşüme öncülük ediyor.