Cumhurbaşkanlığı seçimleri, beklendiği üzere ikinci tura kaldı. Düğüm, 28 Mayıs’ta çözülecek. Seçimler bir kez daha gösterdi ki, iki büyük ittifak da, dış politikada, temelde Soğuk Savaş ezberlerini bozamıyorlar. Kararlı, tutarlı, kapsamlı, uzun erimli, çok yönlü, çok boyutlu bir stratejileri yok. İktidar, batıyla gerilim yaşayınca yüzünü doğuya dönüyor, o kadar. Muhalefet ise özünde çok batıcı olan iktidardan bile daha batıcı bir çizgi izleyerek, başarıya ulaşacağını sanıyor. Her iki tutum da yanlış, yanılgıya, yenilgiye mahkûm.
Çünkü dış politikayı belirleyen, etkileyen, yönlendiren pek çok unsur vardır. Başta devlet kapasitesi, devletin güç unsurlarının toplamı (siyasi, iktisadi, askeri, yumuşak güç) gelir. Bunu uluslararası sistem, konjonktür, tarih, coğrafya, liderlik yeteneği, diplomasi kadrolarının yetkinliği gibi pek çok faktör takip eder. Dahası, şu dört unsura rağmen, dış politika yapılamaz: Coğrafya, devlet kapasitesi, ticari ilişkiler ve eğer varsa enerji bağımlılığı. Dış politikada ne ekonomi politik görmezden gelinebilir ne jeopolitik.
Bu gerçeklerden hareketle, ülkemiz için öncelikle şunu saptamak gerekir; Türkiye, bölgemizde etkili, bölgesel ölçekte güçlü, uluslararası gelişmeleri, küresel gidişatı yakından izleyen bir dış politika takip etmelidir. Çünkü Türkiye; çok yönlü, çok boyutlu, çok cepheli, çok merkezli dış politika izleyebilecek tarihe, coğrafyaya, tecrübeye sahiptir. Bu özelliklerini doğru, etkili kullanmalıdır.
Türkiye; batıda etkili, çekici olmak için doğuda güçlü olmalıdır. Doğuda etkili olmak için batıyla güçlü ilişkilere sahip olmalıdır. Sadece doğuya yönelmek veya sadece batıya yönelmek, doğru da değildir, gerçekçi de. Yakın bölgesinden başlayarak, genişleyen halkalar halinde tüm dünyayla iyi ilişkiler kurabilmelidir Türkiye. Bunun için gerçekçi, akılcı, pragmatik olmak gerekir öncelikle. Ekonominin sağlam olması, diplomasi kadrolarının yetkin olması, diyalog kapısının açık olması zorunludur.
Türkiye’nin dış politikada köprü olmakla övünmesi yanlıştır. Köprü olmak, övünülecek bir durum değildir. Çünkü köprünün kendi kimliği olmaz. İki tarafı birbirine bağlar. Köprünün ortasında kalmak, iki arada bir derede kalmaktır. Türkiye ise kimlikli, kişilikli olmalı, bölgesel ve küresel dengeleri gözeten ve istikrar unsuru bir devlet olarak öne çıkmalıdır. Yaşadığımız coğrafya, ülkemizin önüne hem fırsatlar açıp hem de riskler, tehditler doğurduğundan, Türkiye’nin hayalci, maceracı dış politikalardan özenle, özellikle kaçınması gerekir. Kaldı ki orta büyüklükte bir devletin, bir bölgesel gücün, bölgesel aktörün hata yapma lüksü yoktur. Çünkü hem bu hatayı telafi etmesi güç, bazen imkânsızdır hem de telafi etse bile bu çok zaman alır ve yüksek maliyetli olur.
Türkiye’nin dış politika ajandası, dış politika trafiği her zaman yoğundur. Dünyada bu yönüyle ilk 10 devlet arasındadır. Bunun da iktidardaki partiyle ilgisi yoktur. Öncelikle coğrafi konumumuzla, tarihsel bağlarımızla, diplomatik ilişkilerimizin çeşitliliğiyle ilgilidir. Dış politikada Türkiye’nin taraf olduğu yapısal sorunlar vardır, çözümü zor sorunlar vardır, dönemden kaynaklanan sorunlar vardır, coğrafi konumumuz nedeniyle yaşadığımız sorunlar vardır. Yunanistan ve Ermenistan’la olan sorunlar, yapısal, çözümü zor sorunlardır. Sorunu çıkaran taraf, Atina ve Erivan’dır. Arkalarına batıyı da aldıklarından, bu sorunlarda kısa vadede çözüm beklemek gerçekçi değildir.
Kısacası, Türkiye için en doğru dış politika, Atatürk’ün dış politikasıdır.
Barış Doster