Çin Halk Cumhuriyeti-Türkiye diplomatik ilişkileri, 1971 yılında Çin’in Birleşmiş Milletler tarafından tanınmasının ardından kuruluyor bilindiği gibi. Onun öncesindeyse, Çin Seddi’nin inşasını kendimize de gurur vesilesi yapmamızdan (Türk korkusu!) kolayca anlaşılacağı gibi eski Türkler ile Çinlilerin, gerek düşmanlık gerekse dostluk ilişkileri bakımından araları yüzyıllar boyunca oldukça “iyi”. İlginç olan, Türkler Anadolu’ya yerleştikten sonra Çin’i tümüyle olmasa da büyük oranda unutuyor ve Çin topraklarında yaşayan oldukça kalabalık Müslüman nüfusa rağmen ilişkiler zayıflıyor. Koskoca Osmanlı İmparatorluğu ile Çin arasındaki ilişkiler, yok denecek kadar az.
1.ABDÜLHAMİT’İN SOBASI
Bunun, coğrafi nedenlerden, uzaklıktan vb. kaynaklandığı da sanılmasın, çünkü Osmanlı İmparatorluğu hemen hemen aynı mesafedeki Japonya’yla çok sıkı ilişkiler içinde. Osmanlı ile Japonya’nın, Rus Çarlığı gibi bir ortak düşmana sahip olmaları, aralarının da neden bu kadar iyi olduğunu açıklayabilir. Fakat hiçbir şey, (II. Abdülhamit’in Yıldız Sarayı’nda Çin imparatorunun armağan ettiği çini bir sobayla ısındığı bilinse de) Kanuni döneminde Çin’e birkaç kez Çin’e gönderilen elçiler dışında, Osmanlı padişahlarının Çin’e hemen hiç ilgi göstermemesini kolayca açıklayamıyor. Bir tarihçi ya da konunun uzmanı değilim, mutlaka ki bilmediğim, atladığım örnekler vardır ama 17. yüzyılda Kâtip Çelebi’nin “Cihannüma”da Çin’e ayırdığı sayfaların ötesinde entelektüel-edebi ilgiye de pek rastlanmıyor. Daha sonraları, “Saffet’i İslam”a yalnızca Japonların sahip olduğunu iddia eden Mehmet Akif’in “Safahat”ından da çok iyi görülebileceği gibi varsa yoksa Japonya… Unutulmaz “Ertuğrul Faciası” da Japonya’ya sempatik görünme çabasından kaynaklanıyor zaten. Konuyla ayrıntılı biçimde ilgilenmek isteyenlere Deniz Ülke Arıboğan’ın yayına hazırladığı “Çin’in Gölgesinde Uzakdoğu Asya” adlı kitapta (Bağlam Yay., 2001) yer alan Namık Sinan Turan imzalı “19. Yüzyıl Osmanlı-Uzakdoğu İlişkilerine Dair Gözlemler” adlı makaleyi önerebilirim. Yazar, Osmanlı-Çin ilişkilerinin yeterince gelişmemesinde, Çin’in tarih boyunca izlediği “dışa kapalılık” politikasının da çok etkisi olduğunu vurguluyor.
BEİJİNG’İN İŞGALİ
Fakat, iki imparatorluk arasındaki ilgisizlik ve karşılıklı suskunluk sürerken, 1898’in yaz aylarında Çin’de yaşanan bir olay, tüm Avrupa’da “Osmanlı-Çin ilişkilerinin tüyler ürperten sonuçlarından biri” olarak yankı yaratıyor ve bugün bakıldığında Türk-Çin ilişkileri bakımından çok çarpıcı bir hâl alıyor. Tüm Avrupa gazeteleri, tarihte “Boxer İsyanı” olarak bilinen, Çin halkının Batılılarca altına sokulduğu ağır borç yüküne isyan edip Beijing’deki Alman büyükelçisini öldürmeleriyle başlayan devrimci hareketin ardında Türklerin parmağının olduğunu iddia ediyor. Japon hayranı genç imparator Guang Xu’yu devirerek tahta geçen imparatoriçe Ci Xi’nin sömürgeciliğe karşı çıkan politikaları, Avrupa devletlerini Almanların liderliğinde birleştiriyor, karşılığında da Çin’de Avrupa düşmanlığı körüklenerek yayılıyor. Alman mareşal Waldersee yönetimindeki müttefikler Beijing’i işgal ederek Boxer İsyanı’nı kanlı biçimde bastırıyor ama ondan sonra da Çin’de hiçbir şey eskisi gibi olmuyor!
BATI GAZETELERİNDE İLANLAR
Avrupa hükümetlerinin ve Times, Frankfurter Zeitung, Morning Post, Berliner Tagblat, Noye Fraye Prese gibi yayın organlarının, Çin’deki devrimci hareketin sorumlusu olarak Osmanlı’yı göstermelerinin nedeni hiçbir zaman tam olarak anlaşılamıyor. Belki Çin’deki Müslümanların da isyana katılmaları bu iddiayı güçlendirmiş olabilir ama Osmanlı’nın bu sırada yaptığı tek şey, söz konusu ülkelere açıklamalar yollayıp gazetelere ilanlar vererek, “Bizim hiçbir ilişkimiz yok” demek, Çin’e de heyetler gönderip Müslüman halka itidal ve Batılılara itaat göstermelerini tavsiye etmekten ibaret kalıyor.
Boxer İsyanı’nı merak eden sinemaseverlere, Nicholas Ray’in 1962 tarihli “Pekin’de 55 Gün” (55 Days at Peking) filmini seyretmelerini de tavsiye ederim. Başrollerde Charlton Heston, Ava Gardner ve David Niven var.
Tunca Arslan