Amerika Birleşik Devletleri (ABD); Rusya ve Çin’i yakın çevrelerinden kuşatmak için attığı onca adıma rağmen, umduğunu bulamıyor. Dahası, Orta Doğu’da yakın müttefikleri üzerindeki nüfuzunun gerilemesini de engelleyemiyor. Bunun son örneği, Suudi Arabistan ve Çin arasındaki yakınlaşma. Bu yakınlaşmanın en somut kanıtı Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping’in Suudi Arabistan ziyareti. Suudi Arabistan Kralı Selman Bin Abdülaziz el Suud’un davetiyle, 7-10 Aralık tarihlerinde Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da yapılacak 1. Çin-Arap Devletleri Zirvesi ve Çin-Körfez Arap Ülkeleri İş birliği Konseyi Zirvesi’ne katılacak olan Xi, Suudi Arabistan’da temaslarına başladı.
Bu ziyaret, Suudi Arabistan’ın Çin’e yaptığı petrol ihracını yuan üzerinden yapmayı gündemine aldığı, ABD’yle petrol üretimi konusunda gerilim yaşadığı, BRICS blokuyla yakınlaştığı, Rusya’yla işbirliğinin geliştiği bir döneme denk düşmesi açısından önemli. Çünkü hem ABD hegemonyasındaki aşınmayı gösteriyor hem de Suudi Arabistan gibi, ABD’yle yakın ilişkileriyle, Sünni Arap dünyasındaki konumuyla, Körfez ülkeleri üzerindeki ağırlığıyla ve enerji zenginliğiyle öne çıkan bir ülkenin, yönelimini yansıtıyor. Dahası, Çin ve Suudi Arabistan arasındaki petrol ticaretinde Çin para birimi yuan’ın ağırlığının artması, ABD dolarının küresel ölçekte rezerv para birimi olarak kullanımını olumsuz etkileyeceğinden, bu etkinin sonuçları da merakla bekleniyor.
ABD’NİN DÜZENİ ÇÖKÜYOR
Çin liderinin Riyad ziyaretinin başka yönleri de var elbette.
Çünkü ABD; kendince tanımladığı “kurallara dayalı dünya düzenini”, kendi çıkarlarına göre kuran, yönlendiren ve kurumlarını (IMF, Dünya Bankası gibi) dünyaya dayatan bir güç olarak, müttefiklerine şunu söylüyor: “Ben senin güvenliğini sağlayacağım. Sen de benim kurallarıma uyup, bana itaat edeceksin”. ABD; bunu yaparken, kendisini üstün ve ayrıcalıklı güç olarak tanımlıyor; dünyanın lideri olarak görüyor ve bunun siyasi, hatta ilahi bir sorumluluk olduğunu öne sürüyor. Bu kapsamda, dünyada liberal demokrasiyi egemen kılmakla; dünyanın tümünü uluslararası ekonomik düzene, serbest ticarete dahil etmekle; dünyadaki tüm devletleri uluslararası örgütlere üye yapmakla yükümlü olduğunu düşünüyor. İşi daha da abartıp, bunun ABD’ye özgü, istisnai değer, üstün özellik olduğunu iddia ediyor.
Bu düzeni sürdürmek için de sanayisine ve teknolojisine, doların küresel ölçekte kullanımına, donanmasına ve hava kuvvetlerine, dünya üzerinde 150 ülkedeki irili ufaklı 800 üssüne, sert ve yumuşak güç unsurlarına, kamu diplomasisi araçlarına güveniyor elbette.
Fakat ABD liderliğindeki düzenin çökmekte olduğunu kabul edemiyor. Çok kutuplu bir düzene geçilmekte olduğunu içine sindiremiyor. O yüzden de saldırganlaşıyor, savaş kışkırtıcılığı yapıyor.
Barış Doster