Global Times
Bloomberg’in “Çin’e karşı çıkmada dünyanın en açık sözlü liderlerinden biri” olarak tanımladığı Avustralya’nın 30. Başbakanı Scott Morrison, geçen hafta cumartesi günü yapılan seçimi kaybetti. İşçi Partisi lideri Anthony Albanese, bugün başbakanlık görevini üstlenecek. Bu, şu anda çok kötü durumdaki Çin-Avustralya ilişkileri için bir dönüm noktasını oluşturuyor. Yeni Avustralya hükümetinin ikili ilişkileri rayına oturtabilmesini istiyoruz.
Avustralya’nın aniden Çin karşıtı şahin bir tutumu benimsemesi, son yıllarda uluslararası ilişkilerdeki en anlaşılması güç bir olgudur. Çin ve Avustralya birbirlerinden binlerce kilometre uzakta bulunuyor. İki ülke arasında toprak anlaşmazlığı veya tarihsel sorunlar yok. Son 50 yılın büyük bölümünde iki ülkenin diplomatik ilişkileri sırasında, ne ideolojik farklılıklar ne de jeopolitik anlaşmazlıklar iki ülke arasındaki normal, karşılıklı fayda sağlayan görüş alışverişlerini etkilemedi. Bununla birlikte, bu istikrarlı ve karşılıklı fayda sağlayan durum sadece birkaç yıl içinde Avustralya tarafından ciddi zarar gördü ki bu içler açısı bir durumdur.
ÇİN, AVUSTRALYA’NIN EN BÜYÜK TİCARET ORTAĞI
Bu seçimde Çin politikası, Avustralya’nın iki partisinin birbirine saldırması için önemli bir konuydu. Morrison, özellikle, seçim kampanyasının ön planına Çin’e karşı sert tutumunu koydu. Ancak cumartesi günkü sonuçlar bir kez daha Avustralya halkının mesnetsiz “Çin tehdidinden” ziyade iklim değişikliği, değişim, artan fiyatlar ve ücretler gibi insanların refahıyla ilgili konularda hükümetin taahhüdü ve eylemlerine daha fazla dikkat ettiğini gösterdi. Bu, Canberra’nın paranoyak Çin karşıtı tavrı ve son birkaç yılda bütün sorunlarından çıkış yolu olarak Çin’i suçlama yaklaşımı için Avustralya içinde düzeltme ve denge olarak görülebilir.
Aslında, bu seçimden çok önce Batı kamuoyundaki birçok makul ses, “Çin karşıtı Haçlı Seferi” sırasında Avustralya’nın sahip olması gerekli stratejik dengeyi ve sakinliğini kaybettiğine işaret etti. Uzunca bir süredir Canberra, Washington’ın Çin’i çevreleme stratejisinin en aktif piyonu haline geldi ve “Çin karşıtı öncü kuvvet” olarak hizmet etmeye ve Çin’i bir sebep olmaksızın kışkırtarak Washington’ın güvenini kazanmaya hevesli. Avustralya’nın son yıllardaki düzensiz diplomasisinin temel özelliğinin, sadece yanlışlıkla diğerlerine zarar vermekle kalmayıp, aynı zamanda kendine zarar veren ulusal çıkarlarını gördüğü bakış açısının çarpık ya da başarısız olduğunun söylenmesi gerekmektedir.
Son 13 yılda Çin, Avustralya’nın en büyük ticaret ortağının yanı sıra bu ülkenin en büyük ihracat piyasası ve ithalat kaynağı olmuştur. Ancak son yıllarda Avustralya tarafı ticaret ve yatırım konularını siyasallaştırma yolunda çok fazla ileri gitmiş, “ulusal güvenlik” bahanesiyle sık sık Çin şirketlerine baskı yapmıştır. Şimdiye kadar Avustralya, Çin ürünlerine karşı yüzlerce anti-damping ve anti-sübvansiyon soruşturması başlatırken Çin, Avustralya ürünlerine karşı sadece birkaç dava açtı. Avustralya’nın eylemlerinin kötü sonuçları zaten kendi ekonomisinde de hissedilmeye başladı.
AKILCILIK REHBER OLMALI
Canberra yönetiminin, son yıllarda dünyaya Çin ile nasıl baş edileceği konusunda olumsuz örnek teşkil ettiği söylenebilir. Hatta Avustralya’nın komşusu, Çin’in de en büyük ticaret ortağı olan Yeni Zelanda da Avustralya hükümetine Çin’e saygı göstermesi tavsiyesinde bulundu. Avustralya ve Yeni Zelanda’nın, aynı jeopolitik ortamla karşı karşıya olması ve benzer siyasi sistemlere sahip olması, Canberra yönetiminin, “Çin tehdidi” ve “ekonomik zorlama” olarak adlandırdığı şeyin dikkatli incelemeye karşı koyamayacağını gösteriyor. Canberra sıklıkla Washington’ın taktik oyununa uygun olarak hareket eder ve Çin politikası hakkında nasıl düşündüğüne ilişkin Washington’ın rolünü üstlenir, ancak gerçekte Avustralya’nın ulusal çıkarları ABD’ninkinden tamamen farklıdır.
Çin ve Avustralya arasında ne temel bir çıkar çatışması ne de önemli bir tarihsel düşmanlık yoktur. Çin her zaman, Avustralya’nın barışı ve refahı sürdürebileceğini umdu. Çin ile sağlam bir ekonomik ve ticari ilişki Avustralya’nın refahının en önemli temellerinden biridir ve Hint-Pasifik bölgesinin barış ve istikrarı da Avustralya’nın yalan söylediği yerdir. Bütün bunlar, Washington’ın bölgesel bölünme ve çatışmayı destekleyerek kendi egemenliğini sürdürme stratejisine aykırı düşmektedir. Barış ve kalkınma bugünün dünyasının teması olmayı sürdürüyor. Egemen bir ülke olarak Avustralya’nın hedefi kendi halkının refahını korumak olmalıdır.
Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin “Çin ile rekabetini” artırdığı ve Avustralya ile ittifakını güçlendirdiği bağlamda, Canberra yönetiminin, Avustralya’nın diplomasi tarihinde tatminkâr bir bölüm olan John Howard’ın “dengeli diplomasi” dönemine dönüşü kolay değildir. Ancak Avustralya’nın kendi çıkarlarını göz önünde bulundurarak, herhangi bir Avustralyalı liderin en azından ülkenin pratik gelişimi ve güvenliği arasında bir dengeyi sağlaması için stratejik ciddiyetini korumalıdır. Çin’in yükselişi Avustralya tarafından bir “tehdit” olarak görülmemelidir. Siyasi sistemdeki farklılıklar da iki ülke arasındaki dostane ilişkilerin gelişmesinde engel haline gelmemelidir. Avustralyalıların endişe duyduğu ekonomik refah veya iklim değişikliğiyle mücadele konusunda Çin kesinlikle iyi bir ortak olacaktır.
İmajlarını ortaya koyduklarında, Albanese ve ekibinin “akılcılığı” vurgulaması dikkate değerdir. Yeni Avustralya hükümetinin, Çin’e yönelik “akılcılığını” yeniden kazanabileceğini ve Çin-Avustralya ilişkisini doğru yola sokmak için Çin ile “olgun bir tutumla” ilgilenebileceğini umuyoruz.